You are using an outdated browser. For a faster, safer browsing experience, upgrade for free today.
Blog & Makaleler

Osmanlıların Kahve ile Tanışması



Bunları Biliyor musunuz?

Osmanlıların Kahve ile Tanışması

Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu'na gelişi konusunda iki hikaye vardır. Birincisine göre, 1554 yılında Suriyeli iki girişimci tarafından (Halepli Hukm ile Şamlı Şems) Istanbul'a getirilmiştir.  Diğer hikayeye göre ise 1517 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, Yemen'de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirmiştir.

Hangi hikaye gerçek olursa olsun, bilinen şu ki kahve denilen büyülü içecek 1500 yılların ilk yarısı civarında İstanbul'a ulaşmış ve kısa sürede beğenilen bir lezzet olarak Osmanlı mutfağının baş köşelerinden birine kurulmuştur. Kahve, başlangıçta saraydaki üst düzey görevlilerin, büyük devlet adamlarının ve halkın ileri gelenlerinin tükettiği bir içecek iken hızla bütün halk arasında yayılmıştır.

Sarayda ve konaklarda kısa sürede yaygınlaşan kahve, o zamanlar yeni iş alanlarının açılmasına katkıda bulunur. Konaklarda, yalnızca kahve pişirmekle görevlendirilmiş kişiler çalıştırılırken, sarayda da Kahvecibaşı’na bağlı bir kahveciler teşkilâtı oluşturulur. Hızla tüm İstanbul'a yayılan kahvenin ortaya çıkmasından yaklaşık 30 yıl sonra, kahvenin toplumsal yönünü oluşturan kahvehaneler de açılmaya başlamıştır. İlk kahvehane ise Taht-ul Kale'de (Tahtakale) 'de Kiva Han'da açılmıştır. Kısa süre sonra pek çok kahvehane Kiva Han'ı takip etmiş, İmparatorluğun pek çok yerinde sayısız kahvehane açılmıştır. Bu kahvehanelerde sedirlerde oturulurdu. Sedirler ve kerevetler üzerinde diz çökerek, bağdaş kurularak kahve içilirken meddahların anlattığı hikâyeler dinlenirdi.

Kahvehanelerin böyle hızlı bir şekilde İstanbul’da yaygınlaşması, İstanbul halkının kahveyi tanışır tanışmaz sevdiğini ve benimsediğini göstermesi bakımından önemlidir. Kahvehanelerde halktan kişiler ile müderrisler, kadılar gibi dönemin okumuş kesmini oluşturan insanlar bir araya gelip kaynaşmışlardır. O dönemin kahvehanleri şimdikiler gibi iskambil oyunlarının oynandığı yerler değil, edebiyat, sanat ve felsefeden söz edildiği, tartışıldığı, kitapların okunduğu şiirlerin söylendiği bir kültür merkezi niteliği taşımaktaydı. Hatta kahvehane olarak değil kıraathane”okuma evi” olarak anılmaktaydılar. Ancak kahvenin sosyal yaşama girmesi, yasakları da beraberinde getirmiştir. Kahvenin insanları bir araya getirdiğini, bunun da onların camilerden uzaklaşmalarına sebep olduğunu düşünerek bazı çevreler kahveyi yasaklatmıştır. Kanunî Sultan Süleyman döneminde, Şeyhülislam Ebusuud Efendi, kömür derecesinde kavrulan maddeleri içmenin haram olduğunu söyleyerek kahveyi yasaklatmış; III. Selim, III. Murat ve I. Ahmet zamanında (15-16. yy.) yasaklar devam etmiş, fakat çok uzun ömürlü olmamıştır. Osmanlı’da kahvenin yasaklandığı ve kahvehanelerin kapatıldığı, kahve içenlerle tütün içenlerin birlikte cezalandırıldığı dönemler vardır.

 Kahvenin Osmanlılar'dan Avrupa'ya yolculuğu

Anadolu’dan Avrupa’ya kahveyi ilk olarak 17. yüzyılın başlarında Venedikli tüccarlar götürür.  İtalyan gezgin Pietro della Valle tattığı ve hayran kaldığı içecekle ilgili değişik bilgileri arkadaslarına anlatıyor. Ancak, bu tarihlerde kahve yaygın bir sekilde Avrupa'da tüketilmeye baslanmıyor. Zira bir yandan din, diger yandan tıp adamları bu gizemli içecek hakkında hiç de olumlu yorumlar da bulunmuyor.

Türk kahvesinin Avrupa'da tanınmasını sağlayan olay  diplomatik bir girişim.  XIV.Louis, Girit Savaşında Osmanlı’ya karşı Venediklileri desteklemişti. Bu nedenle Türk-Fransız dostluğu bozulmuş, İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi, Sadrazam tarafından  tokatlanmıştı. Türkler, Akdeniz ve çevresindeki denizlerin üçte ikisine hâkimdiler. XIV.Louis’nin tutumu üzerine, Fransız ticaretini engelleyen tedbirler aldılar.Bunun üzerine Fransa Kralı telaşa düştü. İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi La Haye, Paris’e bir Türk elçisi yollanırsa tüm anlaşmazlıkların çözümlenebileceğini  leri sürdü. Osmanlı, büyükelçinin bu teklifini kabul etmiş, fakat Fransa’nın istediği gibi yüksek rütbeli bir devlet adamını değil, Süleyman Ağa adında orta kademedeki bir  subayı  göndermeye karar vermiştir.  Süleyman Ağa’ya 12 kişilik bir maiyet ve bir miktar tahsisat verildi. Fransa Türk elçisinin bütün masraflarını üzerine almayı kabul etti. Buna rağmen Fransızlar, Paris’te padişahın bir elçisini görecekleri için gururlanıyorlardı. Süleyman Ağa, 4 Ağustos 1669’da Fransa’ya ayak bastı. Bir Türk Elçisinin , cihanın en büyük temsilcisinin gelişi, “Fransız milletinin gururunu” okşamıştı. Halbuki Osmanlı özellikle siyasi tavrını beğenmediği XIV.Louis’nin gururunu kırmak için, Süleyman Ağa adında adı sanı işitilmemiş, rütbesi oldukça düşük birini yollamıştı.
Osmanlı  kıyafetlerinin Avrupalı kadınlar için model oluşturduğu, mehter müziğinin taklit edildiği o günlerde, yılında, Osmanlı elçisi  Süleyman Ağa’nın Paris  sosyetesine kahve davetleri düzenlemesi, Fransa’da kahvenin daha büyük ilgi  görmesini sağladı. Hoşsohbet, nüktedan biri olan Süleyman Ağa’nın elçilik konağında  porselen fincanlarda ‘sihirli içecek’ olarak tanıttığı kahve içmeye davet edilmek, Paris ileri gelenleri için büyük bir ayrıcalık sayılırdı. 

Hoşsohbet Nüktedan Süleyman Ağa,  Türk kahvesini Paris'in önde gelenlerine ikram ederek kahvenin Avrupa'daki macerasını bir ileri adıma taşımış oldu.  Hatta, elçi  Paris'ten İstanbul'a dönrken yanındaki Ermeni yardımcısı Paris'te kalarak burada bir kahvehane bile açar...

Kahvenin saraylardan çıkıp, halkla tanışması ise daha sonraki yıllarda olmuştur. 1672 yılında Paris’te Saint-Germain parkında Ermeni asıllı Pascal Harukyan tarafından, Paris'te Café de Procope adında ilk gerçek kahvehane açıldı. Kısa zamanda edebi bir toplanma yeri haline gelen Procope; tanınmış şairler, oyun yazarları, aktörler ve müzisyenler tarafından sıklıkla ziyaret ediliyordu. Café de Procope'u takiben, Paris sokaklarında birbiri ardına çok sayıda kahvehane açıldı.

Osmanlı İmparatorluğunun Viyana kuşatması ile Avrupa’ya açılması, kahvenin Avrupa ile tanışmasının bir başka vesilesi olmuştur. Avusturyalılar 1683'te Osmanlı Ordusu'nun İkinci Viyana Kusatması sayesinde tanışıyor kahveyle. Dönemin Avusturya İmparatoru  Osmanlı ordusuyla anlaşarak kuşatmayı sona erdirebilmek üzere Georg Franz Kolschitzky (Jerzy Franciszek Kulczycki)'ye tercümanlık görevi verir. Ukrayna’da doğan ve Belgrad’da bir süre çalışan bu genç, akıcı bir Türkçe bilmektedir. Kolschetzky, Osmanlı tarafının da onayıyla iki cephe arasında kuryelik yaparken, Kara Mustafa Paşa'nın otağından zaman zaman Avusturya İmparator'una çeşitli hediyeler de götürür. Bu hediyelerden biri de küçük paketler içinde çekilmiş Türk kahvesidir. İmparator ilk kez tanıştığı bu Türk içeceğini çok sever ve sık sık Kolschetzky'den talep eder. Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğratmak üzere dönemin papasının emriyle Polonyalı General Jan Sobiesky komutasında kurulan Hristiyan Birleşik Kuvvetleri, 12 Ekim 1683 günü Kara Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğratır. Beklemedikleri bir saldırıya uğrayan Kara Mustafa Paşa ağır silahları ve gıda maddelerini de bırakarak Hırvatistan'a doğru geri çekilir. Avusturya İmparatoru Kara Mustafa Paşa'nın mevzide bıraktığı savaş ganimetinden istediğinin Kolschetzky'e verilmesi emrini verir. Ancak Kolschetzky Osmanlı mevzilerine gittiğinde, el dokuması halı, altın eşyaları bırakıp, diğer asker ve komutanların "Türklerin deve yemi" diye alay ettikleri çuvallar dolusu çekirdek kahveleri ister. Kahve çuvallarını alıp kent merkezine döndükten sonra da İmparatorun  huzura çıkarak bu ünlü Türk içeceğini halka da sunmak üzere kendisine kahvehane açma ruhsatı verilmesini ister ve alır. Kolschetzky, bugün kendi ismini taşıyan Kolschetzky Sokağı'nda Viyana'nın ve Avrupa'nın ilk "Kafe"sini açarak faaliyete başlar. Sokağın girişindeki binanın duvarında ise Kolschetzky'nin beyaz mermer bir heykeli bulunuyor.

 İngiltere’ye ise ilk kahve Sir David Lyods tarafından, Viyana’dan getirilmiş ve ticaretine başlanmıştır. İlk kafe Oxford şehrinde 1650 yılında Türk bir işadamı tarafından açılmıştır. Daha sonra Sir David Lyods, Londra’da Lyods Cafe London’ı açmıştır.

Berlin’de 1732 de ünlü Johan Sebastian Bach Almanya’daki ilk kafe’yi (Cafe Kantate) açmıştır.

Kahve, 17.yüzyılda İngilizler tarafından Kuzey Amerikalı sömürgelerine bir içecek olarak tanıtıldı. İlk kaynağa göre Kuzey Amerika'da 1668'den beri kahve içilmekte ve 1680'ler ve 90'larda, New York, Boston ve diğer şehirlerde kahvehaneler açıldı.  Boston’da 1733 de Maxwell House Coffee adında ilk kavurma ünitesini kurulmuştur. 1901 yılında Japon asıllı bir Amerikalı olan Satori Kato ilk hazır granül kahveyi üretmeyi başarmıştır. İngiltere’nin Hindistan ve Çin’deki askeri yayılmasını desteklemek amacıyla çay tüketimine yüksek vergi koyması yüzünden Fransa ve Amerika’nın çayı reddedip kahveye yönelmesi, bugün Paris’in ünlü “cafe”lerinin doğmasına neden olmuştur .  İngiliz kraliyeti tarafından çaydan alınan aşırı vergiyi protesto etmek için, kahve, Ulusal Kongre'de, Birleşik Devletler'in ulusal içeceği olarak ilan edildi. Günümüzde Amerika kahvenin dünyadaki en büyük tüketicisidir.

 

Günümüzde mutfak kültürümüzde önemli bir yeri olan Türk kahvesi, yemeklerden sonra yapılan keyif, koyu sohbetlerin bahanesi, uykusuz gecelerimizin dostu ve özel günlerin vazgeçilmez içeceği olmuştur.

Türk kahvesi, “popüler alışkanlıklar” tarihine geçmiş ve önemli kültür ögelerinden biri olmuştur. Kendine özgü pek çok özellik taşır ve bu özellikleri sayesinde farklı geleneklerin de doğmasına neden olmuştur.

“Türk kahvesi” adıyla ilk uluslar arası  markamız sayılabilecek kahve; güzel bir içecek olmasının yanı sıra pek çok deyime, atasözüne, şiire ve türküye de konu olmuştur. Kahve kültürümüze o kadar yerleşmiştir ki, kız isteme sırasında damada ve müstakbel dünürlere kahveden başka bir içecek ikram edilmez. Kahve müstakbel gelin adayı tarafından pişirilmelidir. Genç kızın pişirdiği kahvenin lezzeti, köpüğü ve kıvamı onun ne kadar maharetli olduğunu göstermesi açısından bir sınav niteliği taşır. Kız istemeden önce görücüler gelir ve görücülere yine gelin adayı kahve pişirir. Görücülerin pişen kahveden memnun olması önemlidir. Aynı zamanda damadın kahvesine tuz katmak ve böylece damadın müstakbel eşi için nelere katlanabileceğini ölçmek fıkra tadında tatlı bir oyundur. Görücü usulü evlilikler artık pek olmasa da, günümüzde halen daha kız isteme, misafirlere kahve ikram etme ve damadın kahvesine tuz katma yaşayan geleneklerimizdendir.

Her zaman “koyu sohbet”lerin bahanesi olmuş kahve, pişirilip servis edilirken, telvesi fincanın dibinde kalır; içilmez. Bu durum yine sadece Türk kahvesine özgü “fal” geleneğinin doğmasına da neden olmuştur. Kahve telvesinin fincan içinde ve fala bakmak üzere fincan çevrildiği için tabağında oluşturduğu çeşitli izler ve işaretler "uzmanları" tarafından yorumlanarak anlatılır. Kahve falının en büyük özelliği iyi dileklerden oluşmasıdır. Kahve falı yalnız Türk-Osmanlı dünyasında görülmektedir. Nitekim bugün bağımsız ülkeler olan eski Osmanlı eyaletlerinde de (Yunanistan, Bulgaristan, Mısır, Makedonya, Bosna - Hersek vb.) bu folklorik uygulama sürdürülmektedir.

Kültürümüzün önemli bir parçası olan kahveye, yani Türk kahvesine sahip çıkmalıyız. Günümüzde özellikle hazır granül kahveler pratiklikleri ile çok sık tüketilir oldu.  Ancak asla ve asla o kahveler Türk kahvesinin yerini tutamaz. Bütün dünyada "Türk" olarak bilinen kavramlardan biri olarak Türk kahvesi ,  kültürümüzün bir ürünüdür ve öyle kalmalıdır.

  • Paylaş