You are using an outdated browser. For a faster, safer browsing experience, upgrade for free today.
Blog & Makaleler

Korku İmparatorluğu/ Gerçek gıda



Bunları Biliyor musunuz?

Korku imparatorluğu

 

İnanılmaz bir cehalet yaşamın her dalında toplumu pençesine aldı. Aslında bu "bilgisizlik" anlamında bir cehalet değil. Tam tersine "öğrenilen" bir cehalet. Yani insanlar, cahil olmayı ve cahilce davranmayı sonradan "eğitim alarak öğreniyorlar". Bu tip insanlar, özellikle medya tarafından ayrıca, "saldırgan" olmaya özendirildiklerinden, bunların çoğu "hem cahil hem saldırgan".

Gıda güvenliği ile ilgilenen birisi için kaçırılmaz bir televizyon prorgramını seyrettim. Program sonunda vardığım sonu şu: "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur."

Televizyon  programlarında konuşulanları ve yazılı medyada paylaşılanları önce şaka olarak algılıyordum. Doğru bildiklerim hep yanlışmış sokak sütü içmeli, tavuk eti yememeli, litrelerce zeytin yağı içilmeli düdüklü tencere kullanmamalı….

Bilimsel camiada talep görmeyen iddialarının medyada bu kadar fırtına koparması şaşırtıcıdır. Mesleklerinde gerçek anlamda çok başarılı olmasalar da zaman zaman medyada böylesi karakterlerin ortaya çıktığını görebiliyoruz.  Yoğurttan düdüklü tencereye, damacana sudan bala, tavuk etinden çin tuzuna ,ekmekten sodaya kadar her konuda gıda uzmanı kesilenler  popülariteyi her türlü gıda maddesi  konusunda ifade ettikleri ile toplumda infial ve korku oluşturabilecek söylemlerle sağlamış görülüyor. Sürekli negatifi, korkuyu ve tedirginliği öne çıkarmak. Eh arada bir bir çalkantı olduğunda ise, “biz demiştik” diyerek konumlarını pekiştirmeye çalışmak. Halbuki, duran saat bile günde iki defa doğru zamanı gösterir. Ama bu, saatin işe yarar vaziyette olduğunu göstermez.  Suyu bulandırmak isteyenlerin amacı da herkesin yüreğine korku ve endişe düşürmek zaten. Bu tuzağa düşmeyelim. Bu durumda son yıllarda gündeme gelen  “gerçek gıda” konusunu ele almakta yarar var.

GERÇEK GIDA

Çocukluğumda  (sadece 40-50 yıl önce) hazır çorba denilince akla tarhana gelirdi. Turşu kurulur, salça yapılırdı.  Bunlar satın alınmazdı. Baklava, börek evde yapılıp fırına gönderilirdi. Fast food yerine salça ekmek vardı. Ne sütün içinde antibiyotik olup olmadığı sorgulanırdı, ne de insanlar omega-3 ve omega-6’yı bilirdi. Sebzeler, meyveler kendi tadındaydı. Yemeklere farklı bir lezzet katmak için yağ, tuz, baharat yeterdi. Anneannelerimiz domatesin şekliyle değil, olmuş/olmamış ya da yumuşak/sert oluşuyla ilgilenirdi. Domates sadece yazın tüketilirdi. Kimse yediği öğünlerin besin değerini sorgulamazdı. Çünkü o yıllarda gıda gerçekti...   Domates domates  gibi salatalık da salatalık gibi kokardı. Sonra ne olduysa oldu, ne işe yaradığını bilmediğimiz yüzlerce kimyasal madde ve yöntem paketlenmiş, hazır gıdalarla birlikte hayatımıza girdi. Artık etiketlerde koruyucu, aroma artırıcılar, renklendirici, antioksidan, asit  düzenleyiciler, kıvam artırıcılar, stabilizatörler, emülgatörler, antibiyotikler var. Bu maddelerin tek başına veya kombinasyon halinde kullanıldıklarında kısa veya uzun vadede tamamen güvenli olduklarına dair net bir bilgi yok. Gıdalar işlendiğinde değerli besinlerini, lifi  ve doğal tatlarını kaybetmesi nedeniyle içine tekrar besin, vitamin, tat, renk ve yapısını düzenleyecek katkı maddeleri ekleniyor.

Artık sadece kentlerde ya da kasabalarda değil, köy bakkalında da asitli içecek, hazır tavuk, beyaz ekmek, homojenize edilmiş yoğurt satılıyor. Hayatımıza öyle hızlı girdiler ki, çoğumuz market raflarından aldığı, kolay ve hazır gıdanın gerçek mi suni mi olduğunu sorgulama gereği bile duymuyoruz.... Ancak soframızdaki bilinmeyen o kadar çok arttı ki, artık gıdanın yerli olması, uygun hijyen koşullarında üretilmiş olması yetmiyor; soframıza gelene kadar geçirdiği değişim ve içine katılan pek çok kimyasal nedeniyle özelliklerini kaybedip yepyeni özellikler kazanabiliyor. Veya önce zararsız olduğu söylenen bir madde, yıllar sonra çok tehlikeli ilan edilebiliyor. Gıda sektöründe tatlandırıcılar ve lezzet artırıcılar, jelleştiriciler ve kıvam artırıcılar, koruyucular, emülgatörler, asit oranını düzenleyiciler, antioksidanlar, renklendiriciler, taşıyıcılar ve çözücüler, topaklanmayı önleyiciler olmak üzere binlerce çeşit kimyasal kullanılıyor. Kullanılan yöntemler ise son derece karmaşık... Ancak sadece raftaki ya da tezgâhtaki ürünün içindekileri ve nasıl üretildiğini bilmek veya etiketi okumak yeterli değil. Etiketi doğru okumak, riskleri de bilmek, araştırmak gerekiyor.

Etiket okumak, milyonluk şehirlerde yaşayabileceğimize ikna olmamızla birlikte gelen bir zorunluluk. Nasıl ki kırsalda bir anne, bir baba çocuğuna dağı taşı, otu, ağacı okumayı öğretir ve zehirli olanla, besleyici olanı ayırt etme bilgisini verir. Bugün şehirde yaşayan anne ve babanın da çocuğunu süper-markete götürdüğünde, ona, bu renk ve ışık dolu çölde etiketleri doğru okuyarak gıdasını seçmeyi öğretmesi gerekiyor. Gıdamızı seçerken markaya güvenmek ve fiyatına bakmaktan çok daha önce ürün etiketine bakmak ve içeriğindekileri sorgulamak sağlık açısından bir gereklilik. Suni gıdalar çeşitlendikçe dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gerçek gıdaya ulaşma konusunda çaba gösteren kişi ve grupların sayısı her geçen gün artıyor. Bu gruplar her fırsatta gıdanın kaynağı, içeriği ve üretim yöntemleriyle ilgili bilgilenme hakkımızı dile getiriyorlar.

Az tüketmek yanlış tüketmekten daima daha iyidir. “Satın aldığımız her bir gıda ile bir üreticinin hayatta kalmasını destekliyoruz. Bu üretici endüstriyel ya da geleneksel, bizim cebimizden çıkan her bir kuruşla ya hayatta kalacak ya da elenip yok olacak. Etiketi okurken geleceğimizle ilgili karar veriyoruz.”

  • Paylaş