Bir Fincan Keyif: Kahvenin Öyküsü

Ne Yediğini Ne İçtiğini Bil
Dünyada Türk adının sık sık geçtiği bir konu da kahvedir. Türk kahvesinin adını ve ününü duymayan azdır. Fakat gerçek tadını bilenlerin sayısının fazla olduğunu söylemek zordur. Kahve alışkanlığını Türklerden alan Avrupa ülkeleri sonradan kendi tarzlarını geliştirmişlerdir. Geleneksel Türk kahvesi hazırlanışı, pişirilmesi, sunulması, araç ve gereçleriyle ayrı bir kültürdür.
Kültürümüzde kendine özgü bir yeri olan kahve, vazgeçilmezlerimiz arasındadır. Daha önünüze gelmeden kendini kokusuyla hissettiren kahve, bir dinlenme vesilesi ve sohbet bahanesidir. Anadolu’da toplumsal yaşamda kahve öylesine geniş bir yer edinmiştir ki, konur diye adlandırılan kahverengine, kahvenin gelişinden sonra kahve-rengi denmeye başlanmıştır.
Kahve gündelik yaşamda da büyük öneme sahiptir. Kahvaltı kelimesinin açılımı kahve altıdır. Sabahları kahve içmeden önce yenilen yemek demektir. Kültürümüzde kahvaltı adeta sabah kahvesinin aperatifidir.
Anadolu’nun pek çok yöresinde kahve, tedavi edici özelliğinden dolayı halk hekimliğinde de sıklıkla başvurulan bir içecektir. Kaynatılarak içilmesinin yanı sıra kuru halde tüketilmesinin de mide rahatsızlığı başta olmak üzere çeşitli hastalıklara iyi geldiği bilinmektedir.
Bugün hemen her dünya dilinde ufak tefek bazı ses farklılıklarıyla ifade edilen kahvenin, Arapça kökenli bir kelime olduğu (qahwah) ve 17. yüzyılda Türkler aracılığıyla tüm dünyaya yayıldığı kabul edilmektedir. Türkçedeki kahve kelimesi Arapçadaki karşılığı gibi kahve bitkisini değil, bu bitkinin kaynatılması ve demlenmesi ile elde edilen içeceği ifade eder. Araplarda bildiğimiz kahve henüz tanınmıyorken, Arapça sözcük “kahva” şarap anlamını taşıyordu. Şarap kelimesinin içerdiği olumsuz anlam, İslâm dünyasında kahvenin tüketimine ilişkin yıllarca sürecek tartışmaların nedenlerinden biri olmuştur.Bugünkü kahve kendi anlamını, önceleri Habeşistan’da, sonra Yemen’de yetişen ilk kahve bitkileri gelmeye başladığında, yani 14. yüzyılda kazanmaya başlamıştır.
Kahve, Arap asıllı bir sözcüktür. Kahve adının nereden geldiği hakkında çeşitli efsaneler vardır. Bunlardan biri, vatanı Habeşistan'da, kahve yetiştirilen bölgeye eskiden “Kaffa” denmiş olmasıdır. Araplar tarafından tanınan kahveye 'kuvvet' anlamına gelen 'Kaveh' denirdi. Kelime Türkçe’de “kahve”ye dönüşmüş olup, buradan da Avrupa’da cafe, caffe, koffie, coffee, koffie şekline gelmiştir. Kahve adının anlamı “keyif veren içki”dir. Kahve, İngilizcede “coffee”, Fransızcada “cafe”, Almancada “kaffe”, Macarcada “kave” olarak isimlendirilir.
Türkler "kara altın" ya da "müslüman şarabı" denilen bu gizemli çekirdekleri tüketmek için yeni bir pişirme yöntemi bularak, "Türk kahvesi" teriminin de doğmasını sağlamışlardır. Çok ince öğütülen kahve çekirdeklerinin mangal ateşi üzerindeki güğüm ve cezvelerde pişirilmesi ile elde edilen bu yeni kahve lezzeti, artık Osmanlı ahalisi için vazgeçilmez bir tiryakilik halini almıştı...
Günümüzde kahve, 20 milyondan fazla kişiyi istihdam eden çok geniş çaplı bir endüstridir. Bu, dünya çapında dolarla ticareti yapılan petrolden sonraki ikinci üründür.
BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
Kahvenin yanında neden su getirilir?
Osmanlı zamanında eve misafir geldiğinde kahveyle birlikte su getirilirmiş.
Misafir toksa kahveyi alırmış.
Açsa suyu.
Tabii ozaman hemen sofra kurulurmuş.
Böylece çok ince bir nezaketle anlaşılırmış.
Günümüzde mutfak kültürümüzde önemli bir yeri olan Türk kahvesi, yemeklerden sonra yapılan keyif, koyu sohbetlerin bahanesi, uykusuz gecelerimizin dostu ve özel günlerin vazgeçilmez içeceği olmuştur.
Türk kahvesi, “popüler alışkanlıklar” tarihine geçmiş ve önemli kültür ögelerinden biri olmuştur. Kendine özgü pek çok özellik taşır ve bu özellikleri sayesinde farklı geleneklerin de doğmasına neden olmuştur.
“Türk kahvesi” adıyla ilk uluslar arası markamız sayılabilecek kahve; güzel bir içecek olmasının yanı sıra pek çok deyime, atasözüne, şiire ve türküye de konu olmuştur. Kahve kültürümüze o kadar yerleşmiştir ki, kız isteme sırasında damada ve müstakbel dünürlere kahveden başka bir içecek ikram edilmez. Kahve müstakbel gelin adayı tarafından pişirilmelidir. Genç kızın pişirdiği kahvenin lezzeti, köpüğü ve kıvamı onun ne kadar maharetli olduğunu göstermesi açısından bir sınav niteliği taşır. Kız istemeden önce görücüler gelir ve görücülere yine gelin adayı kahve pişirir. Görücülerin pişen kahveden memnun olması önemlidir. Aynı zamanda damadın kahvesine tuz katmak ve böylece damadın müstakbel eşi için nelere katlanabileceğini ölçmek fıkra tadında tatlı bir oyundur. Görücü usulü evlilikler artık pek olmasa da, günümüzde halen daha kız isteme, misafirlere kahve ikram etme ve damadın kahvesine tuz katma yaşayan geleneklerimizdendir.
Her zaman “koyu sohbet”lerin bahanesi olmuş kahve, pişirilip servis edilirken, telvesi fincanın dibinde kalır; içilmez. Bu durum yine sadece Türk kahvesine özgü “fal” geleneğinin doğmasına da neden olmuştur. Kahve telvesinin fincan içinde ve fala bakmak üzere fincan çevrildiği için tabağında oluşturduğu çeşitli izler ve işaretler "uzmanları" tarafından yorumlanarak anlatılır. Kahve falının en büyük özelliği iyi dileklerden oluşmasıdır. Kahve falı yalnız Türk-Osmanlı dünyasında görülmektedir. Nitekim bugün bağımsız ülkeler olan eski Osmanlı eyaletlerinde de (Yunanistan, Bulgaristan, Mısır, Makedonya, Bosna - Hersek vb.) bu folklorik uygulama sürdürülmektedir.
Kültürümüzün önemli bir parçası olan kahveye, yani Türk kahvesine sahip çıkmalıyız. Günümüzde özellikle hazır granül kahveler pratiklikleri ile çok sık tüketilir oldu. Ancak asla ve asla o kahveler Türk kahvesinin yerini tutamaz. Bütün dünyada "Türk" olarak bilinen kavramlardan biri olarak Türk kahvesi , kültürümüzün bir ürünüdür ve öyle kalmalıdır.